Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. Fatma Akkuş Yiğit: “Kudüs, tevhit inancının simge şehridir”
İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi (İKÇÜ) Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. Fatma Akkuş Yiğit, üç büyük dinin kutsal kabul ettiği Kudüs’ün tarihini anlattı. “Fethinden Osmanlılara Kudüs Tarihi” adlı eseri İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) tarafından yayınlanan Prof. Dr. Yiğit: “Kudüs, tevhit inancının simge şehridir” dedi.
Kudüs tarihi ile ilgili geniş kapsamlı çalışması okurlarla buluşan İKÇÜ Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. Fatma Akkuş Yiğit, Kudüs’ün tarih boyunca tevhit inancının simge şehri olduğunun altını çizdi. Eserinde, Kudüs’ün Müslümanların fethinden Osmanlı Devleti’nin kontrolüne geçtiği dönem arasındaki tarihsel süreci ele alan Prof. Dr. Yiğit, “Yahudiler Hazreti Musa, Hazreti Davud ve Hazreti Süleyman’ı, Hristiyanlar ise sadece Hazreti İsa’yı kutsal kabul etmekte iken, Müslümanlar Hazreti Adem’den son peygamber Hazreti Muhammed’e kadar bütün peygamberlere iman ettikleri için Kudüs’ü tüm kutsallarıyla benimsemişlerdir” dedi.
Mescid-i Aksa Müslümanların İlk Kıblesidir
Kudüs’ün Müslümanların ilk kıblesi olduğunu ve hicretin ikinci senesinde kıblenin Mescid-i Aksa’dan Mescid-i Haram’a yani Kabe’ye çevrildiğini aktaran Prof. Dr. Yiğit, Kudüs’ün Müslümanlar için önemini ise şöyle anlattı: “İslam inancına göre Mescid-i Aksa, Kabe’den sonra yeryüzünde inşa edilen ikinci kutsal mescit olup, Mekke’deki Mescid-i Haram ve Medine’deki Mescid-i Nebevi’den sonra gelen üçüncü kutsal mekandır. Kudüs’ü Müslümanlar için önemli kılan diğer bir husus ise Hazreti Muhammed’in miracının gerçekleştiği yer olmasıdır. Miraç gecesinde Hazreti Muhammed, Mescid-i Aksa’da Hazreti Adem’den bu yana gelen bütün peygamberlere namaz kıldırarak kendinden önceki peygamberlerin kutsal mirasını devraldığını ve önceki dinlerin tamamlayıcısı olduğunu ilan etmiştir. Emeviler döneminde inşa edilen Kubbetü’s-Sahra ise Hazreti Muhammed’in Miraç gecesinde üzerine basarak göğe yükseldiği ‘hacer-i muallak’ adıyla anılan kutsal kayanın üstünü kapatacak şekilde tasarlanan bir mescittir. Ülkemizde Mescid-i Aksa denildiğinde genellikle Kubbetü’s-Sahra akla gelmektedir. Halbuki Mescid-i Aksa adıyla kastedilen yer, Harem-i Şerif’tir. Harem-i Şerif ise Kubbetü’s-Sahra ve hemen karşısında yer alan Kıble Mescidi (Cuma Mescidi) ile birlikte büyüklü küçüklü çok sayıda yapının bulunduğu, 144 dönümlük araziyi kapsayan mukaddes tepedir. Harem-i Şerif’in sınırları içerisinde yer alan mevcut binaların ve açık alanların tamamının İslam inancı ve fıkhı açısından aynı kutsallıkta olduğunu da ifade etmek gerekir”
Kudüs, Helenleştirme Politikalarının Etkisi Altında Kaldı
Yahudi tarihinde Süleyman Mabedi olarak anılan Mescid-i Aksa’nın Hazreti Süleyman tarafından inşa edilmesiyle Kudüs’ün, dini ve siyasi yönden büyük önem kazandığını ifade eden Prof. Dr. Yiğit, Büyük İskender’in MÖ önce 332’de Kudüs’ü fethetmesinden sonra ise kültür, sanat ve mimaride gerçekleştirilen faaliyetlerle Kudüs’ün Helenleşmesi için politikalar uygulandığını aktardı. Prof. Dr. Yiğit, “O dönemde Helen kültürünü hakim kılmak için Kudüs’te Yunan tapınakları inşa edildi ve Yunan tanrılarına tapınılması için halka çeşitli yaptırımlar getirildi. Süleyman Mabedi ibadete kapatıldı ve halk, buraya yerleştirilen Zeus heykeline tapınmaya zorlandı. Helen tipinde eğitim ve spor tesislerinin inşa edilmesiyle Helen kültürü, Yahudi sosyal hayatına nüfuz etti ve Kudüs, bir Grek şehrine dönüştü. Söz konusu bu yaptırım ve zorlamalar dindar Yahudilerin ayaklanmasına sebep oldu. Roma İmparatorluğu MÖ 63 yılında Kudüs’ü ele geçirdikten sonra yönetimi Yahudi Haşmonay ailesine bıraktı. Esasında Roma, imparatorluk genelinde Romalı yöneticileri vekil bırakırken Yahudilerin yoğun olduğu bu şehre bir ayrıcalık tanıdı. Onların siyasi ve dini düzenine pek dokunmayarak Yahudileri iç işlerinde serbest bıraktı. İlerleyen süreçte Yahudilerin isyan etmesi üzerine Roma ordusu şehri tahrip etti. Yahudileri Roma’ya ve imparatora her gün kurban sunmaya zorladı. Bu olayların sonucunda Kudüs’te şiddetli çatışmalar yaşandı ve bu durum şehri Pers istilasına açık hale getirdi. MÖ 40-38 yılları arasında şehir kısa bir süre Perslerin eline geçtikten sonra tekrar Roma hakimiyetine girdi. Roma İmparatorluğu’na bağlı olarak şehri yöneten Herod zamanında Kudüs’te yeniden inşa süreci başladı. Ne var ki hipodrom ve amfi tiyatro gibi Grek kültürünü yansıtan yapıların inşa edilmesi, Yahudiler arasında tepkiye sebep oldu. Bu dönem aynı zamanda Hazreti İsa’nın tarih sahnesine çıktığı dönemdir. Hazreti İsa, Yahudileri güzel ahlaka davet etse de çeşitli işkencelere maruz bırakılarak çarmıha gerildi” diye konuştu.
Hristiyanlar Tarafından da Kutsal Şehir Olarak Kabul Edildi
Hristiyanlığın Kudüs’te ortaya çıkışından 3 yüzyıl sonra Roma İmparatoru Konstantinus’un yayımladığı “Milan Fermanı” ile meşru bir din olarak kabul edildiğini belirten Prof. Dr. Yiğit, Kudüs’ün kutsal şehir kabul edilmesine ve Kudüs piskoposunun statüsünün yükseltilmesine ise 325’te İznik Konsili’nde karar verildiğini söyledi. Hristiyanların Kudüs’te inşa ettiği en önemli yapıların başında Kıyamet Kilisesi’nin geldiğinin altını çizen Yiğit, “Hristiyanların en önemli ibadetgahı olan bu kilisenin inşası ile birlikte dünyanın dört bir yanından Hristiyanlar Kudüs’e geldi ve böylece Hristiyanlıkta hac ibadeti ortaya çıktı. Bu süreçten sonra şehrin kimliği değişti ve Kudüs, yeni bir dinin sembolü haline geldi” ifadelerini kullandı.
Kudüs’te Barışı Müslümanlar Tesis Etti
Haçlı Seferleri’nin “Kudüs’ü Kurtarmak” sloganıyla başladığı, 1099’da Kudüs’ün Haçlıların eline geçtiği bilgisini veren Prof. Dr. Fatma Akkuş Yiğit, Haçlı hakimiyetiyle şehrin dokusu ve sosyal yaşamının tamamen değiştiğini, bu dönemde Ortodoks Hristiyanlar, Müslümanlar ve Yahudilerin Kudüs’te birlikte yaşamalarına müsaade edilmediğini belirtti. Haçlı hakimiyetinin sürdüğü dönemlerde Kudüs’ün demografik yapısının Katolik Hristiyanlar lehine büyük oranda değiştiğini kaydeden Prof. Dr. Yiğit, “1099-1187 yılları arasında Haçlıların Kudüs’te yaptıkları büyük katliamlarda Müslümanların yanı sıra şehirdeki Yahudiler de katledildi. Bu katliamdan kaçabilen Kudüslüler, Şam ve Halep gibi yakın yerlere sığındı. İlerleyen süreçte Ortodoks Hristiyanların şehre yerleşimine izin verilse de Müslüman ve Yahudilerin yerleşimine izin verilmedi. Ancak şehri ziyaretlerine müsaade edildi. Kudüs 1187 yılında Selahaddin Eyyübi tarafından yeniden fethedildikten sonra şehrin İslami kimliğine yeniden kavuşması için yoğun çaba sarf edildi. Bu kapsamda bir yandan şehirde geniş kapsamlı imar faaliyetleri yürütülürken diğer yandan da Müslüman nüfusun iskanı sağlandı. Hristiyan ve Yahudilerin şehirde ikametine ve kendi inançlarına göre yaşamalarına izin verildi. Selahaddin Eyyübi’nin Kudüs’ü Haçlıların elinde alarak yeniden İslam şehri kimliğini kazandırmasıyla birlikte şehirdeki Müslüman nüfus yeniden ve hızlı bir artış gösterdi. Kudüs Rum Patrikhanesi tekrar tesis edildi. Kıyamet Kilisesi başta olmak üzere kutsal yerlerin idaresi bu patrikliğe verildi. Bu dönemde Hristiyan cemaatleri arasında tartışmayı önlemek maksadıyla Kıyamet Kilisesi’nin anahtarları iki Müslüman aileye verildi. Geçmişten günümüze devam eden bu gelenek Müslüman toplumların diğer din mensuplarına karşı oynadığı hakemlik rolü için güzel bir örnek olmuştur” şeklinde konuştu.
Kudüs’te günümüzde yaşananları tarihsel perspektiften değerlendiren Prof. Dr. Yiğit, “İsrail, 1967 yılındaki Altı Gün Savaşı’nda o zamana kadar Ürdün’ün kontrolü altında bulunan Doğu Kudüs’ü işgal etti. O tarihten bu yana Doğu Kudüs, İsrail işgali altında bulunmaktadır. 1980’de kabul ettiği kanunla İsrail, Kudüs’ü ‘bölünmez başkenti’ ilan etti. Ancak İsrail’in Kudüs üzerindeki başkent ilanı uluslararası alanda tanınmıyor. Uluslararası hukuk tarafından Doğu Kudüs’teki Yahudi yerleşimleri de yasa dışı kabul ediliyor. Tarihsel perspektifle bakınca işgal, savaş ve çatışmaların yaşandığı bu kutsal şehirde barışın ve bir arada yaşama kültürünün yeniden sağlanabilmesinin ancak kendinden olmayana yaşam hakkı tanımakla ve onların mukaddesatına saygı göstermekle mümkün olabileceğini düşünüyorum. Günümüzde Kudüs’te güven ve barış içinde yaşam çok zor gibi görünse de şehrin tarihinde bunun örnekleri mevcut. Kudüs’ü fetheden Hazreti Ömer, şehir halkına verdiği ahitnamesinde kimsenin dini inançlarından dolayı zorlanmayacağını, kendilerine ve mallarına hiçbir şekilde zarar verilmeyeceğini temin etmiştir. Onun bu hükmü, kendisinden sonra gelen Müslüman devletler tarafından da referans alınarak, Kudüs’te farklı din mensupları yüzyıllarca özgür yaşamış, hayat ve huzur bulmuştur” ifadelerini kullandı.