AkademiEğitimEn GüncelİKÇUSosyal

İKÇÜ’de Osmanlı Sonrası Rodop Türkleri Konferansı

Fotoğraf: Ali Yaman

İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi (İKÇÜ) Ege ve Balkan Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (EBAMER) tarafından “Sınırın Ötesinde Kalanlar: Osmanlı Sonrası Rodop Türkleri” başlıklı konferans düzenlendi

İKÇÜ Nizami-i Gencevi Konferans Salonunda gerçekleşen ve Ege ve Balkan Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Beycan Hocaoğlu’nun konuşmacı olduğu konferansa İKÇÜ Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Turan Gökçe ile akademisyenler ve öğrenciler katıldı. Kendisi de Rodop Türklerinden olan ve Türkiye’ye 1989 yılında ailesi ile birlikte göç eden Doç. Dr. Beycan Hocaoğlu, Bulgaristan Türklerinin 93 Harbi (1878-1879) ve Balkan Savaşları’ndan (1911-1912) 1990’lı yıllara ve sonrasında günümüze kadar uzanan değişim sürecini, kendi aile hikayesi etrafında ve bizzat yaşadıkları, hissettikleri ve gözlemleri üzerinden anlattı. 

Bulgaristan’da Doğup, O topraklarda Ölen Tek Bir Ferdimiz Yok

Konferans başlığını Bulgaristan Türkleri değil de Rodop Türkleri olarak belirlemesine açıklık getirerek konuşmasına başlayan Doç. Dr. Beycan Hocaoğlu, Bulgaristan Türkleri tamlamasının Rodop Türklerini de içine alacak şekilde birden fazla Türk topluluğunu kapsadığını belirtti. Batı Trakya’nın kuzeyinde kalan Rodop Dağları’nın bulunduğu ve Kırcaali olarak bilinen alanda yaşayan Rodop Türkleri ile Deliorman tarafında kalan Türkler arasında ciddi farklılıkların bulunduğunu anlatan Doç. Dr. Hocaoğlu, iki topluluğun tarihsel süreçlerinin de birbirine benzemediğini söyledi. Doç. Dr. Hocaoğlu: “Deliorman Türkleri Bulgaristan hakimiyetine 93 Harbi’nde girdi. Rodop Türkleri, daha doğrusu Batı Trakya’nın Bulgaristan sınırları içinde kalan Türkler ise Balkan Savaşları’ndan beri Bulgaristan hakimiyeti altında. Dolayısıyla, genel olarak bakıldığında 1912 yılından beri Rodop Türkleri’nin 1989 göçü de dahil, Türkiye’ye çeşitli tarihlerdeki göçlerini düşündüğümüz zaman Bulgaristan topraklarında doğup, yine o topraklarda ölen tek bir ferdi bile yoktur. Benim annemin ninesi ve dedesi Osmanlı toprakları içerisinde doğmuşlar, Bulgaristan toprakları içerisinde ölmüşler. Benim kendi ninem ve dedem ise Bulgaristan topraklarında doğmuş ama Türkiye’de ölmüşler. Dolayısıyla Rodop Türkleri dediğimiz zaman, Türkiye ile yakın ve sıkı ilişkileri olan Türklerden bahsediyoruz” şeklinde konuştu. 

Orada Kalsaydık Bulgarlaşacaktık

Balkan Savaşları’ndan sonra Osmanlı hakimiyetinden çıkan Kırcaali’de, Bulgaristan tarafından uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına rağmen Türkçe konuşulduğunu ve orada yaşayan insanların Türk kültüründen kopmadıklarını belirten Doç. Dr. Hocaoğlu: “Bulgaristan topraklarında doğan ninem ve dedem Bulgarca bilmezler. Osmanlı Türklerinden hiç farkı olmayan Türklerden bahsediyoruz. Edirne’nin bir kazası olan Kırcaali’den söz ediyoruz aslında. 1912 Balkan Savaşı’ndan çok uzun bir zaman sonra bile Bulgaristan, Yunanistan ve Türkiye’ye ait Batı Trakya topraklarında yaşayan Türkler arasında ne fizyolojik olarak ne de konuşma bakımından bir fark bulamazsınız. Ne zaman ki sınırlar kendi gerçekliğini oluşturmaya başlıyor, o zaman ciddi farklılıklar da ortaya çıkıyor. Bir de Batı Trakya’daki Türklerin, 1918’den sonra Bulgaristan, Yunanistan ve Türkiye’nin yaşadıkları tecrübelerden kaynaklanan koşullarla ve siyasi dinamiklerle şekillenmeleri ile aralarında farklılaşmalar oluşuyor. Ama bütün baskılara ve yıldırma politikalarına rağmen 1960’lara kadar Türklük bilinci ve İslami şuur capcanlı duruyor. Bulgaristan’dan 1950’lerde Türkiye’ye gelenler çok rahat adapte oluyorlar mesela” ifadelerini kullandı. Türk toplumunun sosyolojik olarak 1960’lardan sonra değişmeye başladığını vurgulayan Doç. Dr. Hocaoğlu, bu yıllarda Türkçe eğitim veren Türk okulu kalmadığını ve kılık kıyafet ve yaşam biçimi olarak değişimlerin gözlendiğini dile getirdi. Doç. Dr. Hocaoğlu, “Biz, 1989’da Türkiye’ye geldiğimizde gün yüzü görmemiş bir Trakya ağzı ile konuşuyorduk. Bulgaristan’da Türkçe eğitim almadığımız için ve Türkçe yayınlar yasak olduğundan dolayı ben ve abim Türkçeyi anlayabiliyorduk ama konuşamıyorduk. Bulgarca bilmeyen, Türklük bilinci ve İslamiyet şuuru ile yetişen ninelerimiz ve dedelerimiz bizim Bulgarlaşmamızı istemedikleri için Türkiye’ye geldik, orada kalsaydık Bulgarlaşacaktık” diye konuştu.