En GüncelİKÇUİzmirKültür - SanatÖzel Haber

İŞGAL, ŞİİR, KURTULUŞ: İZMİR

Muhabir: Aleyna Arslanbaş

Fotoğraf: Ali Yaman

İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi (İKÇÜ) Sosyal ve Beşerî Bilimler Fakültesi (SBBF), Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Ünal Şenel ile İzmir’in işgalinin şiirdeki yansımaları üzerine konuştuk

İzmir’in kurtuluşunun 100. Yılında, işgale ve kurtuluşa dair anıları canlı tutmak ve hafızaları tazelemek amacıyla 9 Eylül’den itibaren yurt genelinde coşku dolu etkinlikler düzenlendi. İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi (İKÇÜ) de, Eylül ayı içerisinde gerçekleştirdiği “100. Yılında 9 Eylül ve İzmir” konulu panelle ve “22’den 22’ye Uluslararası Afiş Tasarımı Yarışması İlk 50 Finalist Eserler Sergisi” ile bu anlamlı çabalara katkılar sundu. İzmir’in kurtuluşunun 100. Yılı münasebetiyle İKÇÜ Haber Ajansı olarak biz de, “Türk Şiirinde İzmir (1850-1950)” başlıklı, İzmir’in Türk şiirinde temsili üzerine bir kitabı bulunan İKÇÜ SBBF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Öğr. Üyesi Ünal Şenel ile İzmir’in işgalinin ve kurtuluşunun edebiyatta ve özelde şiirde nasıl yankı bulduğu hakkında bir söyleşi gerçekleştirerek kurtuluşa dair anıları tazelemek istedik. 

Kitabınızın teorik arka planını zihniyet ile mekân-kültür arasında bir bağ kurarak oluşturuyorsunuz. Bu bağlamda İzmir özelinde Türk zihniyeti ile şehir ve kültür arasındaki ilişki ve etkileşimler hakkında neler söylersiniz?

Burada karşılıklı bir etki söz konusu. İzmir için deniz çok belirleyici mesela. Bir kere liman şehri olması, ticaretin yaygın oluşu İzmir’i uluslararası ilişkiler ağı içerisinde bir şehir yapıyor. Şehrin dünya ile iletişim halinde olması ise onu, dünyadaki değişmelerden, yeniliklerden, fikirlerden, sanat hareketlerinden ve elbette ki ticari ve ekonomik yönelişlerden etkilenmeye açık hale getiriyor. Dolayısıyla bu aynı zamanda kendine sahip çıkma bilincini de beraberinde getiren bir durum. Kendini kaybetme riski de taşıdığı için kendini tanıma, kendini bilme, kendine yönelme eğilimi de bir o kadar fazla oluyor. 

Peki bu durum realite içerisinde nasıl görünür hale geliyor?

İzmir’de her türlü fikir hareketinin yeşerdiğini görüyoruz öncelikle. Sosyalist hareketler de zemin buluyor burada, Türkçü fikirler de, İslamcı fikirler de… İkinci Meşrutiyet’ten sonra çıkan ve ilk sosyalist dergi olarak bilinen İştirak Dergisi’ni çıkaran ve sonradan İştirakçi Hilmi adıyla anılan Hüseyin Hilmi burada yetişmiş birisi. Türkçü fikirler de burada kendine zemin bulmuş; Necip Türkçü fikirlerini burada yaymış, keza Ömer Seyfettin de asıl fikirlerini burada oluşturmuş. İslamcılık düşüncesinin önemli isimlerinden İzmirli İsmail Hakkı’yı yetiştiren topraklar da burası.  Klasik Türk musikisinin önemli bestekarlarından Rakım Elkutlu gibi bir şahsiyet de burada yetişiyor, bestekarımızı besleyen bir kültürel zemin var burada. Örnekler çoğaltılabilir ama asıl söylenmesi gereken şudur, Fransız tarihçi Camille Julian’ın Yahya Kemal’i de çok etkileyen bir sözü var, “Fransa toprağı bin yılda Fransız milletini yarattı” şeklinde, bu topraklar için de çok geçerli bir söz bu. Bütün bu açıları göz önünde tuttuğumuzda şunu diyebiliriz; İzmir, hem Türklük damarı güçlü, hem de dünyaya açık oluşundan dolayı kendine has kimliğe sahip olan bir şehir. Bu yüzden İzmir’in işgali, Türk Milleti nezdinde büyük bir infiale yol açıyor ve İzmir kurtuluşun sembol şehri olarak anılıyor. 

Kurtuluşun sembol şehri olarak neden İzmir görülüyor?

Aslında Balkan Savaşı’ndan sonra Selanik, Manastır gibi vilayetler elimizden çıkmıştı, sonrasında da 1918’de Musul işgal edilmişti. İzmir’in işgali, Anadolu’ya düşmanın ayak basması anlamına geliyor bir bakıma. Bu da bütün Anadolu’dan çıkarılacağımız fikrinin uyanmasına yol açıyor. İzmir’in işgali vatanın bir anlamda tam kalbine adım atmak olarak görülüyor ve İzmir’e Yunanlıların çıkması bıçağın kemiğe dayanması, Türklüğün ve İslamlığın bu topraklardan tamamen silinip atılacağı düşüncesinin açığa çıkması anlamlarına geliyor. Dolayısıyla ‘Ya İstiklal Ya Ölüm’ fikrinin ortaya çıkmasının arka planında da İzmir’in işgali var. Bu sebeplerle İzmir’in işgali vatanın her yerinde büyük bir infiale yol açıyor. İşgal, Anadolu’nun birçok yerinde protesto ediliyor, Halide Edip (Adıvar) hanımın da konuşmacı olduğu meşhur Sultanahmet Mitingine 150-200 bin kişi katılıyor, bu çok önemli. Bulgaristan’da yayınlanmış gazetelerde bile İzmir’le ilgili şiirler görüyoruz; Diyarbakır’da Erzurum’da, Trabzon’da, Antalya’da ve Konya’da çıkan gazetelerde İzmir’le ilgili çok sayıda şiir neşredilmiş. Bu, İzmir’in bütün bir vatanın sembolü olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla herkes İzmir’in kurtarılması için yüreğinden bir şeyler koptuğunu görmüş ve bu edebiyata mal olmuş.

İşgal altındaki İzmir şiirlerde genel olarak nasıl sembolize ediliyor?

İşgal yıllarında yazılan şiirlerde çok büyük bir hüzün ve karamsarlık var. İşgalin ıstırabı, acısı şiirlere yansımış haliyle ve bu şiirlerde İzmir, büyük ölçüde kadın imajıyla birlikte canlandırılmış. Anne şefkati, annenin kutsallığı imgeleriyle veya sevgiliye benzetilerek anılıyor İzmir. Vatanın ve namusun mahremiyeti kadın imajı ile özdeşleştirilmiş genel olarak ve İzmir bu gözle görülmüş. Hatta İzmir’in kurtuluşundan sonra Halkapınar Şehitliğinde bir anıt dikiliyor, o anıtın adı Vatan ve Namus Anıtı’dır. Bu milletin ne için yaşadığını, ne için öldüğünü sembolize eden güzel bir gösterge bu. Dolayısıyla İzmir de, vatanın ve namusun simgesi olan bir şehirdir aynı zamanda. 

İzmir’in işgaline karşı bilinen ilk şiir ne zaman yazılıyor?

İşgalden sonra yazılan, yazılış ya da yayımlanış tarihi belli olan şiirler arasında tespit edilebilen ilk şiir Mehmed Süreyya’ya ait. 15 Mayıs 1919’da İzmir işgal ediliyor, 18 Mayıs’ta İzmir’de çıkan Ahenk Gazetesi’nde Mehmed Süreyya’nın “İzmir İçin” şiiri yayımlanıyor. Bu da bize şiirin, işgalin birinci ya da ikinci günü yazıldığını gösteriyor. Şöyle diyor şair:

“Düşürüp bizleri derd ü firkate:

Niyetin gitmek mi, nezd-i izzete?

Na’şını tabutta görmek, öyle mi?

Nasıl dayanalım biz bu rıhlete.”

Adeta vefat eden, uzaklaşan, göç eden bir sevgili gibi tasavvur ediliyor İzmir. Bu hal karşısında biz nasıl dayanalım diye feryat ediyor şair. Bir de işgalden bir yıl önce, Servet-i Fünun döneminde yazılmış bir şiir var, Celal Sahir’in “Güzel İzmir” isimli, İzmir’in güzelliklerini anlatan şiiri… Çok enteresan, işgalin hemen üçüncü gününde, 18 Mayıs’ta bir tepki olarak yine Ahenk Gazetesi’nde bu şiiri tekrar yayımladıklarını görüyoruz. “Gül ve hüzün diyarı bu şehir/ bakarken şuuru mest eder bağları/ güllerin kokusunda var bir sihir” İzmir bu kadar güzel bir şehir ama bugün karanlıklara bürünmüştür manasını taşıyor bu.

Peki şairlerin sesi yurt genelinde işgale karşı nasıl yankılanıyor?

İşgalin verdiği acı, bütün vatan sathında çok derinden hissedilmiş. Bulgaristan’da yayın yapan gazetelerde İzmir’le ilgili şiirler görüyoruz. Diyarbakır, Erzurum, Trabzon, Antalya ve Konya başta olmak üzere yurdun dört bir tarafında çıkan gazetelerde, işgalin akabinde çok sayıda İzmir şiirinin neşredildiğini görüyoruz. Nazım Hikmet’ten Ziya Gökalp’e, Mehmet Emin Yurdakul’dan Faruk Nafiz’e, Kemalettin Kamu’den Orhan Şaik’e kadar birçok şairimizin yüreğinden İzmir’in kurtarılması için bir şeyler kopmuş ve bu da edebiyata mal olmuş. Milli Mücadele döneminde Bulgaristan’da çıkan Ahali Gazetesi’nde Kozanzade Cenab Muhittin’in bir şiirini buldum. “İzmir’in İşgali” başlığını taşıyan bu şiir Sofya’da 1922 yılında yayımlanmış. “Yeter, yeter bu sekinet, biraz da kan göster/ şu kahra karşı içimden inan ki kan gidiyor!” gibi mısralardan oluşan şiirin İstanbul’daki protesto mitinglerinden birinde okunduğunu tahmin ediyorum. Keza Hüseyin Suat tarafından yazılan “İzmir” isimli, “İzmir her Türk’ün can evidir” gibi dizeleri taşıyan bir manzume de 22 Mayıs 1919’da Kadıköy’de düzenlenen mitingde okunmuş. Kadıköy mitinginde okunan bir başka şiir de Ahmet Kemal tarafından yazılmış. “İzmir” başlığını taşıyan şiirinde Ahmet Kemal, Selanik ve Manastır gibi şehirlerin kaybından sonra “güzel İzmir”in de “kaza-yı firkate” uğramasını “tahammülsüz bir humma” ya benzetiyor.  Bütün bu yazılan, yayımlanan ve mitinglerde okunan şiirler İzmir’in bütün bir vatanın sembolü olduğunu gösteriyor. 

Kitabınızda işgal dönemi yazılan şiirlerden bazılarının dikkat çeken öykülerine de yer vermişsiniz. Bu öykülere kısaca değinelim mi?

Mehmet Emin Yurdakul, “unutmayın ki şairleri haykırmayan bir millet sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir’ diyor. Bu açıdan bakıldığında İzmir’in işgal döneminde yazılan şiirlerle ilgili ilginç anekdotlar var. Mesela Rusçuklu Nuri diye anılan enteresan biri, “Nalan Baba” mahlasıyla İzmir’in işgali üzerine şiirler yazıyor. Biliyorsunuz Rusçuk, Bulgaristan’ın Tuna kıyısında olan bir şehir. ‘Nalan’, yani ağlayan, inleyen manasında. Fakat İzmir kurtulduktan sonra şen, şatır, mutlu, huzurlu, keyifli bir döneme geçildiğini ifade etmek için “Şadan Baba” müstear ismini kullanıyor şair. Samih Rıfat’ın “Güzel Aydın” şiirinden de bahsedilebilir. Bu şiir bestelenerek işgal yılları boyunca her ikindi vakti Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin önünde bando eşliğinde okunuyor. Şiirin nakaratı şöyle: “Aydın Aydın güzel Aydın/ Ah bir kere kurtulaydın.” İzmir’in işgalinin anlatıldığı şiirde Aydın kelimesinin kullanılmasının sebebi, o devirdeki Osmanlı’nın teşkilat yapısının içerisinde İzmir’in, Aydın vilayeti sınırları içerisinde yer alması ve bu vilayetin merkezi olmasıdır. Kemalettin Kamu’nun “İzmir’e Tahassür” adlı şiirinin hikayesi de çok hoş. Biliyorsunuz o şiirde bir çocuğun İzmir’e olan özlemi anlatılmaktadır. Şiir: “Anne, deniz nerde, yalımız nerde?/ Hani gideceğiz İzmir’e der de/ Beni uyuturdun dizinde anne!” şeklinde açılır. Bu şiir İzmir’in işgalinin üçüncü yılında, müsamerede 9 yaşındaki İzmir’li bir kız çocuğu tarafından Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının karşısında okunuyor. Şiirin kapanış mısraları: “Bir çetin bilmece sorsam Paşadan/ Söylemem memleket bağışlamadan/ Mutlaka İzmir’i isterim anne!” şeklindedir ve bu mısralar okunduğunda salonda coşku dolu bir alkış tufanı kopuyor ve bütün gözler Gazi’ye çevriliyor.